Makaleler > 2008 - Günümüz Etik Sorunsalı Üzerine

Yalnızca ülkemizde değil hemen hemen tüm dünyada muhafazakârlaşmanın etkilerini yoğunlaştırdığı bir çağın içindeyiz. Söz konusu muhafazakârlaşma dinsel söylemlerle alabildiğine bezeli. Dinin, dinsel yaşamın gündelik hayat üzerinde bir kez daha tekel kurmasıyla karşı karşıyayız. Geçenlerde tıbbi etik kurullarda bir din görevlisinin yer alması önerisi dinin, dinsel söylemin gündelik yaşamın itici etik düzenleyicisi olarak belirdiğinin en güzel kanıtı olarak geldi önümüze. Ülkemizde ve genel olarak dünyada, etiğin (artık ve yalnızca) dinsel söylemle kendini belli etmesi yalnızca düşündürücü değil, bir o kadar da ürkütücü!

Çünkü bu şu anlama geliyor: modernitenin öldüğü, rasyonel aklın iflas ettiği ve kendini tüketime adamış kitlelerin bir yandan da (ve ayırdında olmadan) bir mega söylemin yönlendirmesine gereksinim duyduğu! Yegane mega söylem yalnızca ve yalnızca dinsel söylem kaldığı için de ‘tanrı’nın ağırlığını gündelik yaşamın üzerinde çok daha yoğun olarak duyumsuyoruz. Nietzche’nin ‘Tanrı öldü!’sünden yeni bir ‘Tanrı sizi görüyor!’una geçtiğimiz bir dönem. Bir yandan (her tür) tüketimin en uç noktalarına ulaştığı öte yandan, buna tepki olarak anlayabileceğimiz, yadsınamaz ve kuşku duyulamaz bir (dinsel) üst söylemin gündelik yaşam üzerinde egemenlik kurduğu bir dönem söz konusu olan. Bu an ve burada sınırsız doyum isteğine karşı arkaik katı üstben’in kollektifde kendine güçlü bir payanda bulması anlamına geliyor tüm bu gelişmeler.

Kollektifin sorunlarına çözüm yine elbette kollektif içinden gelecektir. Ancak söz konusu çözüm ya da çözümler sınırsız nüfus artışı, dünyanın çeşitli bölgeleri ve o bölgeler içindeki ekonomik, sosyal, politik, cinsel temel ve derin eşitsizlikleri, ekolojik dengenin geri dönüşümsüz bozulması gibi temel konuları gözetmediği ve ele almadığı sürece bu çılgın sarmaldan çıkma olasılığının olamayacağını da dile getirmeliyiz.

Bunu sanırım sıklıkla ve giderek güçlü bir biçimde dile getirmeliyiz.

Ayhan Eğrilmez’in şubat ayındaki gösteri sonrası yorumladığı ‘Takva’ da sıradan bireyin buna nasıl yanıt verdiğini (ya da veremediğini) sahne sahne izleme olanağını bulduk.

Psikanalizin yalnızca bireyin içinde çözümsüz olarak hapsolduğu sıkıntıları anlama ve kavratma uğraşısı olarak kendini ortaya koyamayacağının, bunun yeterli olamayacağının kanıtını gündelik profesyonel yaşamımızda yoğun olarak duyumsuyoruz. Dinlediğimiz insan öykülerinde aynı zamanda içinde yaşadığımız çağın tanıklığını da (isteyerek ya da istemeyerek) yaptığımızın altını çizmeliyiz.

Söz konusu tanıklığa küçük bir katkıyı bu ay A.Nur Engindeniz’in yorumlayacağı ‘Beş Vakit’ le, ‘Psikanaliz ve Sinema’ etkinliğimizde sürdüreceğiz.

Sevgilerimizle.


(Mart 2008)
Fatih F. Karaman