Hastaya “görü” kazandırmak psikoterapinin* öncelikli amaçları arasındadır. Görü, “içgörü” işlevsel ve yapısal bir benzerlik içindedirler. Bu benzerlik görünün ruhsal sağaltımda içgörüye dönüşümünü sağlar. Görü ile içgörüye “sezgi”nin katılması onları birbirlerinden ayırmayı ve aralarındaki sınırları saptamayı zorlaştırır. Güçlük burada bitmez. Çünkü görü, içgörü ve sezgiye “eşduyum” eşlik eder ve tümü karşılıklı bir etkileşim içindedirler genelde. İşlevlerin birbirlerini sürekli etkilediği bu birliktelik görü, içgörü, sezgi, eşduyumun birbirlerinden bağımsız birimler olarak betimlemelerini çok güçleştirmektedir. Çalışmamızda işlevleri, etkileşimleri ve dönüşümlerine dayanarak “görü”, ”içgörü”, ”sezgi”, “eşduyum” birbirlerinden ayrışmış ruhsal birimlermiş gibi tanımlanmaya çalışılacaktır. Psikoterapide “ruhsal değişim” anlayışımız fobikler ve saplantı zorlantı nevrozlarından örneklerle çalışmanın son bölümünde yer almaktadır.r
İzmir’de bir film gösteriminde yorumcu arkadaşımız “Dr. Timur Oğuz” bize “burada Kohut olsaydı ne anlatırdı? ” sorusunu yöneltti. Kohut geliştirdiği narsisistik “özsevisel” kuramdan söz ederdi elbette. “Özsevisel öfkeyi” konu olarak seçerdi örneğin. Bu öfkeyi incinmeye bağlar ve onun öç alma ile bağlantısını kurardı. Kin tutma üzerine bir konuşma yapardı belki de. Tutar Kaptan Ahad`ın Moby Dik´le savaşını anlatır, narsisistik yaralanmaların nasıl öce dönüştüğünü gösterirdi. Yaratıcılık üzerine konuşurdu bir bakarsınız. Narsisistik nevrozlarda annenin bebeğe sömürücü yaklaşımı ya da eşduyum eksikliğinin önemini vurgulardı. “Büyüklenmiş Kendilik” kavramını anlatma fırsatını ise kesinlikle kaçırmazdı. Neyi anlatacağını kestiremezdik. Ama neyi anlatırsa anlatsın, engin deneyimleri ve bilgisinden dolayı ona hayran olurduk hepimiz; dediklerindense birşey anlamada güçlük çekerdik.
Site düzleminde yaşadığımız hoş olmayan engellemelerden sonra uzunca bir süre sessiz kalmak gereğini duyduk. Sitenin yenilenmesi ve elektronik sanal saldırılara karşı güçlendirilmesi bu sessizliğin en önemli nedenleri arasındaydı. Yeni yılla birlikte yeniden ‘Ayın Konuşması’ bölümüyle bizi izleyenlere açılıyoruz. Ne oldu bu aradan geçen uzun zaman boyunca? Öncelikle 2008 yılının kongresini ‘Yakın İlişkiler’ başlığı altında yapmaya karar verdik. 19–21 Eylül 2008 tarihinde vakfımızın Buca’daki merkezinde yapılacak kongrede yakın ilişkilerin dinamiğini ele almaya çalışacağız. Aşk, dostluk, aile ve belki de en önemlisi terapötik ilişkilerin hangi dinamik sarmallarda yaşandığını beraberce tartışma olanağı bulacağız. Kongremizin 10. yılı olması nedeniyle bizler için her zamankinden daha önemli ve anlamlı olan bu yılki etkinliğin önemli sürprizlerinden biri, “Babam ve Oğlum” la tüm Türkiye’nin tanıma olanağı bulduğu yönetmen Çağan Irmak’ın da ‘yakın ilişkilere’ kendi özgün bakışını taşıyacak olması. Kongreyle ilgili ayrıntıları siteden izlemenizi öneririz.ılıyoruz. Ne oldu bu aradan ge
Her şeyin hızlı ve derin çatışma faylarının yüzeysel çözümlerle geçiştirildiği ülkemizde her hangi bir çalışma ve/veya uğraşıyı derinleştirip olgunlaştırarak sürekli kılmanın ne denli zor olduğunu biliyoruz. Vakfımız çalışanlarının içinde yaşadıkları bu kültürel dokudan etkilenmediklerini söylemek gerçek dışı olur. Söz konusu dokunun nasıl oluştuğu hakkında sosyal, politik, ekonomik, tarihsel, birçok neden elbette sayılabilir. Ama bu bizim ilgi alanımıza doğrudan girmiyor. Asıl uğraşımız olan dinamik psikoterapi eğitimi alanını bu toplumsal hastalığımızın zararlı etkilerinden nasıl koruyabileceğimiz konusunda kafa yoruyoruz, yormalıyız. Aslında son zamanlarda vakıf bünyesinde gerçekleşen etkinlik ve çalışmalar her birimiz için küçük de olsa bir umut ışığı oluyor. Kongre çalışmaları ve kuramsal dersler yürüyor. Psikoterapi grupları uzun soluklu çalışmalarını devam ettiriyorlar. Halk konferansları, artık gelenekselleşerek, katılımın sabitleştiği bir etkinlik olarak kendilerini duyuruyorlar.
Nur Engindeniz’in, ‘Psikanaliz ve Sinema’ etkinliği kapsamında ele aldığımız ‘5 Vakit’ adlı filmi yorumu aşağıdaki tümcelerle başlıyordu: “Reha Erdem, “Beş Vakit”i şu sözlerle anlatıyor: “ Bu bir zaman filmi. Zamanın ritmi, filmin ritmi. Toprakla deniz, kayayla gök arasına asılı bir köyde büyümeye çalışan iki çocuğun zamanın akışında yuvarlanmalarının filmi. Orada zamanın tek sarkacı, kimi zaman gümüşi bir bıçak gibi parlayan minare ve o minarenin, güneş saatiyle dönen beş vakti... Günde beş kez okunan ezan, insanın beş vaktini yani beş halini, korkusunu ve arzusunu, sevgisini ve kinini, inancını ve acısını, çığlığını ve hıçkırığını, tutkusunu ve nefretini mevsimler gibi, güneş gibi, ay gibi döndürüp karşısına getiriyor. Her karşılaşma yeni bir acıya, büyüme, olgunlaşma, yaşlanma acısına yol açıyor. Trajedi bu. Film bu trajediyi, bu özel mekânda, mekânın bütün saflığı ve tazeliğiyle, yüzleri ve vücutları, sözleri ve sesleri, kendi oluşturacağı sinematografik zaman içinde akıtmayı hedefliyor. İsteği bu acıya şahitlik.”kırığını, tutkusunu ve nefretini mevsimler gibi, g
Giriş ve tanım: Konuya bir gurup süpervizyonu ile başlıyorum: Bir gurup süpervizyonunda katılımcılardan bir kümesine göre konuşulan hastanın davranışları yapaydır. Bir kümesi onu biraz silik biraz belirsiz ama içtenlikli bulur. Bir kesimine göre hasta net ve zekidir Bu birbirini tutmayan izlenimler denetleyiciyi şaşırtmaz. Onları tanısal ölçütler olarak değerlendirir. Hem yapay hem içtenlikli davranan, hem belirsiz hem zeki görünen, kendisi olabilen ve kendisi olamayan, silik ve net ikileminde yaşayan hastalar bizi şaşırtır ve bizde belirsizlik yaratırlar. Bizi şaşırtan ve bizde belirsizlik yaratan kişiler yaşamı hem derinden hem de yüzeysel yaşayan , kişiliği yapılanmamış, öncelikle kimlik bütünleşmesinde sorunları olan hastalardır.
Dağınıklılık, yön belirsizliği, amaç saptamada ve bir amaçta birleşememe, ortak değerlerde anlaşamamama, aynılılık ve süreklilik eksikliği, ülkemizde birçok kurum ve kuruluşun ortak özelliklerini oluşturuyorlar. Devlet demiryollarının hantallığı ticarete dönüşen eğitim sistemimizin sorunları ile örtüşüyorlar, gecekondular görkemli otellerle yan yanalar, çevre kirlenmesini önleme ya da ormanlarımızı kurtarma çabaları çete etkinlikleri ile birlikteler. Tetikçilik saygınlaşan bir meslek olma yolunda. Aydınlarımızın bir kesimi batıya, bir kesimi Orta Asya’ya bir kesimiyse Arabistan'a yönelik. Toplum yönünü bulmada zorlanıyor. Basın ve siyaset benzer bir dağınıklığın içinde. Laik olanlarla karşıtlarının, dilde özleşme yanlılarıyla özleşme düşmanlarının tartışmaları bitmeyen bir akışın içinde.
Yalnızca ülkemizde değil hemen hemen tüm dünyada muhafazakârlaşmanın etkilerini yoğunlaştırdığı bir çağın içindeyiz. Söz konusu muhafazakârlaşma dinsel söylemlerle alabildiğine bezeli. Dinin, dinsel yaşamın gündelik hayat üzerinde bir kez daha tekel kurmasıyla karşı karşıyayız. Geçenlerde tıbbi etik kurullarda bir din görevlisinin yer alması önerisi dinin, dinsel söylemin gündelik yaşamın itici etik düzenleyicisi olarak belirdiğinin en güzel kanıtı olarak geldi önümüze. Ülkemizde ve genel olarak dünyada, etiğin (artık ve yalnızca) dinsel söylemle kendini belli etmesi yalnızca düşündürücü değil, bir o kadar da ürkütücü! Çünkü bu şu anlama geliyor: modernitenin öldüğü, rasyonel aklın iflas ettiği ve kendini tüketime adamış kitlelerin bir yandan da (ve ayırdında olmadan) bir mega söylemin yönlendirmesine gereksinim duyduğu! Yegane mega söylem yalnızca ve yalnızca dinsel söylem kaldığı için de ‘tanrı’nın ağırlığını gündelik yaşamın üzerinde çok daha yoğun olarak duyumsuyoruz.
Dün Hrant’ın öldürülmesi çok kötü oldu. Korktum. Geleceğimiz adına kaygılandım. Bu gün Senin iyi tanıdığın coşkumu yaşayamıyorum. Sanki bana önüne gelen bizimle, ulusumuzla, ülkemizle uğraşıyor gibi geliyor. Amerika'nın, Avrupa Birliği'nin bizi dışlayıcı tavırları birbirlerine benziyorlar. Birbirleriyle örtüşüyor, aralarında bir bağ varmış gibi görünüyor. Avrupa Birliği ve Amerika'nın bizi dışlayıcı tavırları Ermenistan’ın, Kuzey Irak’ın bize karşı şiddetlenen seslerinde yankılanıyor. Hrant’ın ölümünden altı saat sonra ‘Siz Avrupa birliğine üyeliği unutun’ diyor aceleci bir ses Ermenistan’dan. Kuzey Irak’ın meydan okuyucu söylemleri şu günlerde daha çok işitiliyorlar. Hrant’a kıyanlar bize karşıt olanlarla benzeşiyorlar. Çevresi bu kadar karşıt uluslarla dolu olması ülkemiz için çok zor bir ortam yaratıyor. Ulusumuz adına ürkütücü bir durum. Süper uygar Amerika'nın ve de süper uygar Avrupa birliğinin bize yaklaşımı ile Hrant’a silah atanlar arasındaki farklılığı seçemiyorum, aralarındaki farkı algılayamıyorum. Kaygılarım artıyor.nlerde daha
Bu siteyi şu veya bu şekilde ziyaret edenler, son zamanlarda kimi kişi veya gruplar tarafından web sayfamızın gelişigüzel olarak ‘işgal’ edildiğini gördüler. Kendilerinde böylesi bir taciz hakkı bulanların, vakfımızın bilimsel çalışmalar yürüten bir vakıf olduğu ve bu vakfa ait sitede yer alan yazıların bir bilimsel içeriğinin bulunduğu konusunu pek anlamadıkları ya da anlamazlıktan geldiklerini düşünüyoruz. Kendi olgunluktan uzak heyecanlarına öylesine kapılmış söz konusu kişi veya kişilerin bu ve buna benzer sataşma ve bulaşmaları karşısında gerekli idari başvuruları yapmış olsak da, yine de belirgin bir çaresizlik duygusunu taşımadan edemiyoruz. Çaresizliğimiz, kendilerini başkalarından daha üstün, daha milliyetçi, daha kahraman, daha vatansever, daha bayrak kutsar görme anlayışının içinde yaşadığımız bu sevgili ülkede giderek yaygın bir davranış haline gelmesindendir.
Gösterilen Kayıtlar 11-20 (Toplam 23)
Sayfalar 1 - 2 - 3« Geri · İleri »

kamagra gel viagra bestellen cialis bestellen kamagra bestellen cialis bestellen kamagra schweiz tadalafil generika viagra bestellen kamagra schweiz cialis schweiz levitra generika cialis generika priligy kaufen viagra bestellen