Makaleler > 2008 - İki Türkiye

Dağınıklılık, yön belirsizliği, amaç saptamada ve bir amaçta birleşememe, ortak değerlerde anlaşamamama, aynılılık ve süreklilik eksikliği, ülkemizde birçok kurum ve kuruluşun ortak özelliklerini oluşturuyorlar. Devlet demiryollarının hantallığı ticarete dönüşen eğitim sistemimizin sorunları ile örtüşüyorlar, gecekondular görkemli otellerle yan yanalar, çevre kirlenmesini önleme ya da ormanlarımızı kurtarma çabaları çete etkinlikleri ile birlikteler. Tetikçilik saygınlaşan bir meslek olma yolunda. Aydınlarımızın bir kesimi batıya, bir kesimi Orta Asya’ya bir kesimiyse Arabistan'a yönelik. Toplum yönünü bulmada zorlanıyor. Basın ve siyaset benzer bir dağınıklığın içinde. Laik olanlarla karşıtlarının, dilde özleşme yanlılarıyla özleşme düşmanlarının tartışmaları bitmeyen bir akışın içinde.

Ruhbilimcileri (psikolog) bu dağınıklılığı, yön bulma ve amaç belirlemedeki zorlukları, zıtlık ve karşıtlığın bir aradalığını, yapılanmamış bir kimliğin belirtileri olarak değerlendiriyorlar. Dil ve toplumsal kurumların çoğunda yaşanan bu süreçler gençlerin kimlik bunalımına benziyor.

Ruhçözümcüleri (psikanalist) birbirlerinden ilintisiz gibi görünen ve değişik zamanlarda ortaya çıkan toplumsal değişimlerin, derinde birbirleriyle görünenden daha yakın, sanılandan daha şiddetli bir etkileşim içinde oldukları g&¨rüşündedirler. Görüşlerine göre, köklü toplumsal değişimler kolay sindirilemiyor, kolay işlenemiyorlar. Özümsenememiş bu olgular yitmiyor, depolanıyorlar. Daha sonraki değişimlerin işlenmesini engelleyen toplumsal güçler olarak etkilerini sürdürüyorlar.

Orta Asya’dan Anadolu’ya geliş, yurt değişimi, göçebelikten yerleşime geçiş, islam dininin kabulü, yüce bir imparatorluğun kurulması, yükselişi, gerileyişi, Sevr, cumhuriyetin kuruluşu gibi köklü değişimlerin toplumsal sorunlara neden olmaması, toplumu örselememesi olanaksızdı. İçimizde (toplumumuzda) işlenmeden kalmış bu sorunlar etkilerini birbirlerini şiddetlendirerek bu gün de sürdürüyorlar.

Toplumsal kimlik dağınıklılığı bu etkinin bir sonucudur. Başka bir sonucu ise ilerleyici (uygarlığı dileyenlerin) ve gerileyici (ümmet kimliği) güçlerin bin yıllardır bitmeyen çatışmalarıdır. Bu çatışmalarla bizler cumhuriyetin kuruluşuna kadar geldik. 14 Mart, matbaanın geç gelişi, resim yapmanın yasaklanması, kadın haklarının tanınmamasında gerileyici gü&¸lerin izleri vardır. İlerici güçleri, (çağdaşlıktan yana olanları) çevresinde toplamasını bilen Atatürk Cumhuriyet kimliğinin temellerinin atmış ve büyümesini sağlamıştır. Bu yolda önemli adımlar da atılmıştır. Ama bu arada ümmet kimliğimiz işlenememiş, sindirilememiştir. Toplumumuzun bir kesimi onun sesini duymamış, duymak istememiş, varlığını yadsımıştır. Tıpkı karşıtlarının laikliği dinsizlik olarak algılamaları gibi.

Bu gün “iki Türkiye”den söz edilmesinin derininde bu nedenler yatar. İki Türkiye deyiminde ne yazık ki özümsenmemiş, birbirlerinin karşıtı " ümmet" ve "cumhuriyet" kimliklerimiz yankılanırlar. Tandoğan, Çağlayan gösterilerinde "laik kimliğimiz" soluklanmıştır. Sinmiş gibi görünen "cumhuriyet kimliğimiz" gücünü, varoluşunu yandaşlarına umut verecek boyutlarda haykırmıştır, gelecek gösterilerde haykıracaktır. . Ama doğru bulduğum “iki Türkiye” deyimi ön&¨müzdeki günlerde " ümmet kimliğimizin " sesini duymağa hazırlıklı olmamız gerektiği yönünde bizleri uyarmaktadır. Beğenmesek de “ümmet kimliğimiz “ bizim ruhsal yapımızın bir öğesidir (unsur) çünkü.

Bu iki sesin duyulmasının, ürkmeden ve korkmadan anlaşılmasının, toplumuzun bu gün içinde bulunduğu en temel sorunun " iki Türkiye" işlenmesinde önemli bir başlangıç olabileceğine inanmaktayım.

Ulusça bizim “tek Türkiye yi” bulma dışında bir seçeneğimiz yok.


(MAYIS 2008)



Celal ODAĞ

 

 

 

¨¨