Ne kötüdür insanın aklıyla yüreği arasında çaresiz kalması. Ne kötüdür an kadar yakın, bir asır kadar uzak olması. Ve bilir misin? Ne acıdır insanın bildiğini anlatamaması... "Ben" deyip susması, "Sen" deyip ağlamaklı kalması... N. Hikmet RAN
“Şimdi savaş, uygarlık sürecinin bize empoze ettiği ruhsal tutuma yönelik olabilecek en güçlü karşıtlığı kaba bir biçimde sergilemektedir ve bu nedenle biz ona baş kaldırmak zorundayız; basitçe söylersek artık ona katlanmak zorunda olamayız.” S. Freud (1932)
“Analiz” ve “analist” günlük dilimizde ve yazışmalarda en çok kullanılan sözcüklerden. En anlaşılamamış olanlarından aynı zamanda. Ülkemizde ise İstanbul’da iki eğitim birimi dışında analiz yapma yetkisi olan bir kuruluş yok. Sözcüğün bu yaygınlığına karşın yorumsal yaklaşım, derinlemesine bakış, dinamik değerlendirme deyimlerini işitmek güç. Psikoterapi, dışavurumsal psikoterapi, dinamik psikoterapi, etkileşimsel yaklaşım, , analitik yönelimli grup psikoterapisi gibi yöntemler üzerinde yeterince durulmuyor. “Psikoterapist” olmayı sanki kimse kendisine yakıştıramıyor. “Analiz” ve “analist” kavramları öncelikteler, onlarla yarışılamıyor. Değer ve önem salt analiz ve analiste yüklenmiş görüntüsünde. Oysa “psikoterapi” ile “psikoterapist”in, klinik uygulamalarda ” analiz” ve “analist” kadar önemli oldukları biliniyor. Büyük bir küme ruhsal hastalıkta analizin psikoterapiden daha az etkili olduğu da biliniyor. Prepsikotik durumlarda, ergenlerde, pregenital hastalıklarda, Borderline Bozukluklarında analiz yetersiz .
Kernberg dikkatin “benlik”, “üstbenlik”, “kendilik” gibi ruhsal birimler ile nesne ilişkilerine çevrilmesini “yapısal yaklaşım” diye tanımlıyor. Yapısal bir yaklaşımla “ kendilik” ve “nesne ilişkileri”ni araştırmanın ergenlerde “narsisitik nevroz” tanısı koymayı kolaylaştırdığı görüşünde. Eşi Paulina Kernberg ise , çocuklarda “narsisistik kişilik bozukluklarını ” DSM-IV deki erişkinlerin narsistik nevroz belirtilerini kullanarak betimler. Eğitim birimimizde ise Kernberg çiftinin tanısal yaklaşımlaında çocuk ve ergen evresi baskın özelliklerini ihmal ettikleri düşünülmektedir. Bu ihmal çocuk ile ergenlerde narsistik nevroz tanısını koymayı çok zorlaştırır. Çalışma çiftin görüşlerini irdeleme amacını taşıyor.
Rahat uyuyan çocuk önemsendiği, doygun ve güvende olduğu iletilerini verir bizlere. Güçsüz, korumasız, çevrenin desteğine bağımlı çocuğun sağkalımı beslenme ve korunmasıyla güvence altına alınır çevre tarafından. Güvence ebeveynden çocuğa yönelik bakımla sağlanır. Ebeveynden çocuğa ara vermeyen bu akışta çocuğun “Salt alan”, ” ebeveynin “Salt veren “konumda olduğu varsayılır. Akışın biçimi, ölçüsü, süresi çocuğun doygunluğu kadar gelişimin de belirleyicisidir. Adipoz (şişman) çocuklarda annenin “Ne zaman doyacağını sen değil ben belirlerim” yaklaşımı ile sömürücü annelerin çocukta “kuşkuya” neden olması, bakımın doyum ve güvence vermesi dışında, ruhsal gelişimi etkilemesinin de kanıtlarıdır.
İştahsızlık, karamsarlık, kendini değersizlendirme, kendini aşağılama, kendini şiddetle suçlama, özkıyım düşünceleri, özkıyım denemesi, homoseksüel eğilimler, homoseksüel ilişkiler, durgunluk ve öforik dönemler arasında dalgalanmalar
Kernberg ergenlerde “narsisitik nevroz” tanısı koymanın zor olmayacağı görüşündedir. Kanısınca ergenin kendilik yapılanması ile nesne ilişkilerine dikkat edilmesi tanı koymada kolaylıklar sağlamaktadır. Eşi Paulina Kernberg ise daha ileri gider, çocuklarda “narsisistik kişilik bozuklukları”ndan söz eder. Eşlerin (Paulina ve Otto Kernberg) bu görüşlerini irdelemek gerekiyor. Kernberg’in kendilik ve nesne ilişkilerine dikkat edilerek tanı konabileceği görüşü sınırlı sayıda ergende geçerlidir . Varsayımında “dürtü kabarması” “hızlı değişim” gibi önemli ergen süreçlerinin yer bulmaması üzüntü vericidir. Oysa tüm dürtüleri kapsayan şiddetlenme evrenin göz ardı edilemeyecek özellikleri arasındadır. Şiddetlenme özsevisel “narsisitik” gereksinimlerde de kendisini belli etmekte ve yeniyetmeye “benmerkezci”, “bencil”, “şişinmiş”, “alıngan”, “çabuk incinen” başkalarını “kolay yücelten”, “kolay değersizlendiren” bir görünüm vermektedir.
Gandhi’siz Hindistan olabileceğini düşünmek imkansız. Hindistansız Gandhi olur muydu kestirmek anlamsız. İkisi birbirini doğurmuşcasına yakın, iki kutup kadar uzak. Bir ülke; renkli sariler*, parlak çoliler*, ipek lehangalar* ve geleneksel şalvar-kamizler* içinde sarı, kırmızı, çivit mavisi, menekşe moru kumaşlarla rengarenk…. Bir adam; keçi yününden çıkrıkla eğirdiği ipten kendi eliyle dokuduğu “khadi”* kumaşından “dhoti”siyle*... Bir ülke; safir, zümrüt, pırlanta, altın, elmas ve yakutlarla her daim gözbebeği olmuş, herkesin gözü hep orada olmuş… Kadınları; burunlarında, kulaklarında, saçlarında, boyunlarında, ayaklarında değerli taşlar taşımış, hazine yolu haritada hep orayı göstermiş. Bir adam; öldüğünde üzerinden çıkan ucuz gözlüğü ve sandaleti dışında geriye hiçbir şey kalmamış.n
Analitik gruplar hakkında bir yazı yazmam istendi. Bunu yapmaya ise içimden hazırlıklı değildim. Belki psikanaliz sözcüğünün yaygınlaşmış hatta kirlenmiş olmasından duyumsadığım rahatsızlıktan dolayı. Görebildiğim kadarıyla ruhçözümlemesi (psikanaliz) deyimi ülkemde bazen psikanaliz dışındaki yöntemler için, bazen de gelişigüzel kullanılıyor. Dinamik, derinlemesine ya da yorumsal yaklaşım deyimleri yerine psikanaliz deniyor kestirmeden. Psikoterapi ya da dinamik psikiyatri eğitimi yapıldığı yerlerde psikanaliz sözcüğünden geçilmiyor. Bakıyorsunuz amacı film yorumlaması olan etkinliklerde bile psikanaliz en bol kullanılan sözcüklerden oluyor. Daha da ilerisi; anlaşılmamış, sindirilmemiş bazı kavramlar psikanaliz dersi diye sunuluyor. Böylece bir yanıyla kuralları ve ilkeleri saptanmış, sınırları belirlenmiş psikanalize haksızlık yapılmış oluyor.
Son yıllarda vakfımızda reel (gerçek) ve ideal self (ülküsel kendilik) arasındaki uyuşmazlığın özkıyım psikopatolojisinde önemli roller oynadığı olgular gözlemlenmiştir. Ağır örselenmeler, şiddetli yas, onarılmaz yaralanmalar bu olguların ortak özellikleri gibi göründüler. Kalıtımsal bir predisposizyon dikkati çekiyordu çoğunda. Hastaların başka bir ortak özellikleriyse reel kendiliklerinden uzaklaşma çabalarıydı. İdeal kendiliğe saplanarak, başka bir anlatımla ideal kendiliğe uyan bir dünya yaratarak, o dünyanın ideal ölçülerine göre yaşıyorlardı. Başarılı ve neşeliydiler. Toplumsal ilişkilerinde etkin ve belirleyici roller alıyor, öforik bir duygudurum davranışlarına eşlik ediyordu. Bu kişilerin latent ya da manifest özkıyım düşünceleri taşıyabilecekleri akla gelmeyen bir olasılıktı. Psikoterapilerde ise özkıyım sorununu akla getirmeyen bu yaşayış biçiminin reel kendilikten kaçışı kolaylaştıran bir savunma olarak kullanıldığı saptanıyordu. Savunmaların ise onarıcı bir etkisi olmuyor, özkıyım riskini azaltmıyor.nyanın ideal
Gösterilen Kayıtlar 1-10 (Toplam 23)
Sayfalar 1 - 2 - 3« Geri · İleri »

kamagra gel viagra bestellen cialis bestellen kamagra bestellen cialis bestellen kamagra schweiz tadalafil generika viagra bestellen kamagra schweiz cialis schweiz levitra generika cialis generika priligy kaufen viagra bestellen